S.D. 4 - Mutluluk
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
- Yazdır
- Eposta
Bizler en çok istediğimiz şeyin kendisi olduğunu vurguladıkça ondan uzaklaşıp çok daha fazla somut-soyut gereksinimle imkânsız hale getirerek gerçekleştirilemez, güvenilemez bir beklenti haline getirebildik başarıyla mutluluk denen hissiyatı. Tek akıl dolu savunmamız ise bunca aptalca kavramsal takıntının içerisinde, aslında mutluluğun bizlerin çocukken hiçbir şeyin farkında olmadığımız dönemlerdeki neşeli ruh halimize etki eden çevresel etkilere verdiğimiz tepki olduğu tanımımızdı. Bunu belirtirken hiç ama hiç su yüzüne çıkarmadığımız gerçek ise, aslında bizlerin çocuk kalmasının mutluluk kavramındaki algıyı düzelteceği değil de bizlerin büyüdüğümüzü zannettiğimiz o büyük buhranlar döneminde mutluluk kavramını güzelleştirmek yerine çevresine bencilliklerden, çıkarcı beklentilerden ve aşk dediğimiz tutkulu kıskançlığımızla bütünüyle bozarak var olanı çirkinleştirip eskiye dönüp avuntular ürettiğimiz alışkanlığıydı!
Kavramdan gerçeğe salt mutluluğu yakalamanın çözümlerini sunacak kişiler asla içimizden biri, daha zekimiz, daha konuşkanımız veya daha edebi olanımız olmadı, olmayacak. Yüzlerce yıldır mutsuzluğun prim yaptığı kalabalık toplumlarda asla ama asla mutlu olmadık, olmayacağız ve her seferinde olduğu gibi daha güzel bir dünya olmadığına bizlerin kötülüklerince bizlere satılan mutlu başka hayatların yalanlarıyla avutulmaya devam edeceğiz-kavramların beşiklerde huzurla sallandığı eşsiz karanlık çocuk avutma sistemlerinde.
Biz asla mutluluğu hak etmediğimizi kabul etmediğimiz sürece, hatalarımızın bizlerin basit mutluluk kavramlarımızı her seferinde karşımızdakilere suç atarak yıktığımız sürece zaten hiçbir zaman yeni bir çimen yeşermeyecek kurak ruh ovalarımızda. Bizler o yeşil ovalarımızın standart beklentilerini yükselttikçe ne kadar yüksekte karanlık, soğuk, kurak platolara dönüştüğümüzü fark edemeyecek kadar kavram coğrafyası yoksunu olduğumuzu hiçbir zaman kabullenmedik, kabullenme vaktimiz daha gelmedi. Ölmeye bir saniye kala farkına vardığımız boşluklarda kaybolup gitti mutluluk her bir ayrı yaşantılaşma sancısı içerisinde.
Kimilerinin çok basit olduğunu vurgulayıp kısa süre içerisinde bu basitliğin içerisindeki kendi öz tembelliklerinden rahatsız olduğu ve ardından hiç olmayacak boş maceralarla yine kendini yıprattığı bir şans oyunu olabilirken mutluluk, birçoğumuzda çok yüceltip bu dünyadan olmayan bir ödül olarak beklediğimiz tüm acılarımızın toplamı haliyle bize ödeneceğimize inandığımız bir büyük beklentide yok olup gitmiştir. Bizler yaşamaktan çok, yattığımız yerde beklerken. Birler adım atmaktan çok başkalarının bize doğru atmasını gerekli gördüklerimizin notunu alırken unuttuğumuz acı bir yalnızlık halinde artık mutluluk. İçi boşaltılmış bencilce bir güzün halinde telaffuz edilir oldu gün geçtikçe. Mutluluk, kendisinden beklediklerimizi bizlere hiçbir zaman vermeyeceğini binlerce aptal insan devri kadar açık ve net belirtmiş olsa bile bizler hala hak ettiğimizi, yalnızca var olduğumuz için bir ulvi sistemin bize bunu sunabileceği takıntısında takılı kalmış haldeyiz. Ne acı.
Kişilerle, kişiliklerle, yaşamın verdiği standartlarla veya yaşanılan doğada değildi mutluluk asla. Aksine ortada bir yerde basit denklemlerin devasa bir ağını örüp o karmaşa içindeki tüm hataları tek tek gidererek büyük bir sonuca varılması gereken en büyük tümevarımdı! Kavram olarak mutluluk en karmaşığın içerisinde en basitini bulup dünyanın bugüne kadar görüp görebileceği en detaylı tabloyu çizmeye benziyordu. Belki de tek bir renk seçeneğin varken bile…
Her şeye rağmen dememek gerek asla çünkü yıllar önce kendimi ararken bulduğum o cümlede dediğim gibi, “En güzel mutluluk kimsenin getirip kimsenin alıp götüremeyeceği kadar senin olandır!”, biri, bir şey, bir zaman, bir hayata rağmen değil!
“MUTLULUK”
27 Ocak 2013 Cumartesi