MeoÖykü - Melankoli
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
- Yazdır
- Eposta
Üzgünlük, kendi ruhunun buharından oluşan bir atmosferde bitmeyen yağmurlara maruz kalmaktır. Seller de düşüncelerden kaynaklı, yeni gelecek tüm bahar da bizim yağmurlarımızın bereketidir! Bunu unutmamak yeterlidir bir sonraki mutlu doğaya erişmek için..
Sokağa adımını atar atmaz yüzüne güneşin sıcaklığı, yaşamın umut dolu yanı, günlerin koşuşturması içinde saatleri kurulmuş binlerce insan yerine beyhude bir yalnızlık korkusu çarpıyorsa, yeterince melankoliktin bu devirde. Aynı Akın gibi, aynı Bilge gibi..
Akın o gün sokağa çıkmak zorunda hissediyordu kendini, gecelerce sınav hazırlıkları, gecelerce oyun oynama ritüelleri derken güneş ışığından yoksun zamanlar geçiriyordu. Güneş ışığı derken doğru bir açıdan, doğru bir zamanda, sahil kenarında bir bankta güneşle konuşması gerekiyor gibi hissetti. O kadar çok sessiz kalıyordu ki yazdıklarıyla, okuduklarıyla ve yalnız yaşantısıyla bu hüzne dönüşmekte hiç geç kalmıyordu. Bugün o gündü, dışarı çıkacak, yeni gelecek baharın ilk yalancı güneşi altında serin havada çay içecekti sahilde yol üzeri bir mekanda, simit parçaları atacaktı sahilde kuşlara, belki de birkaç arkadaşını da davet edecekti. Tüm bu hevesli geceden kalma planları ve az biraz uykusuyla alelacele uyanıp evden çıktı. Sokağa ilk adımını attığında aklına şimşek gibi çaktı bir şeyler; yine anahtarını içeride unutmuştu! Uzun süre evden çıkmamanın alışkanlığı üzere.. 'Bu kez geri dönmem, akşama ev sahibinden alırım yedek anahtarı,' diye kendince söylenerek yürümeye koyuldu. İlginç bir şekilde sokağında bulunan yokuştan aşağı sahile inmek yerine doğrudan yukarıdaki tepeliklere doğru yürümeye koyuldu, bilmediği bir şekilde öfkelenmiş evinin birkaç blok ilerisindeki tepeliklerde ağaçlar arasında bulunan parkın önünde buldu kendini.. Sarmaşıklarla bezenmiş parkın girişinde başını istemsiz şekilde önüne eğmiş, yüzü düşmüş ve usulca parkın en yüksek köşesinde koca şehri ve denizi gören, yıllardır uğramadığını çok iyi bildiği banka doğru yürüdü. "Akın, paşam hoş geldin yahu, nerelerdesin sen? Öldün kaldın sandım be oğlum, insan abisini bu kadar kolay unutur mu?" sözüyle kafasını kaldırıp gülümsedi, "Hadi geç yerine, çayını, simidini getiriyorum" diyerek gönderdi kendini mekanın yıllardır sahibi olan Aziz amca.
Bilge aynaya bakıyordu, "nasıl oldu, efendim?" sorusuna aniden "bilmiyorum, hayatım ya.." derken kendine geldi. Aynın yanında duran kişi olması gereken, alıştığı kişi değil bir yabancıydı, biz satış görevlisi. "Kusura bakmayın, n'olur, dil alışkanlığı," derken yüzü düşmüştü. Hızla kıyafeti satın alış uzaklaştı kalabalıktan. Yürüyüşe koyuldu, normalde beklemesi gereken otobüs durağına baktı. Daha birkaç gün önce orada olmadığı için hayattaydı, bugün. Yine de sevinilecek bir şey yoktu, giden onlarca insanın ardından. Otobüs durağının yıkıntılarını çevreleyen şeritler ve çalışanların yanından koşar adım geçerek kendisini uzun bir yürüyüşte buldu. Kafasını en son kaldırdığında, Yaşam Parkı levhasıyla göz göze gelmişti. "Nasıl ya," diye çok sesli şekilde söylendi, bunu duyan Aziz amca "Aman yarabbim, Bilge'cim. Hoş geldin evladım, gel bir çayımı iç yoksun senelerdir, unuttunuz iyice Aziz amcanızı. Hadi, hadi," derken gülümsüyor ve eliyle kendisine gitmesi gereken yolu gösteriyordu. Küçükçe birkaç kulübe geçip kendi huzurlu köşesinde banka doğru ağaçların dönerken gözüne zamanında ağacın kıyısına kazığı baş harfler ilişti. İçinde bir kıpırdanma oldu, neredeyse ağlayacak gibiydi hatta.. Başını tamamen önüne eğdi ve birkaç adım atarak önüne gelen ilk banka oturup manzaraya doğru daldı.. Kucağında çantası, banktan düşecekmiş gibi bir rahatsızlıkta oturup denizi izlemeye koyuldu.
Melankoli buydu. Yaşamın, ölümün, heveslerin, çocukluğun, gençliğin, göz yaşlarının ve umarsız hataların geçiciliği üzerinde yaşanan binlerce travmayı sırtında taşıyıp çöküp kalkmaktı bir köşeye. Melankoli söylemesi güzel, yaşaması uzun, yazması kolay, anlatması zor bir ikilemdi! En derin gülücükleri gözyaşlarına boğabilen, en duygulu anlarda kendini ortaya koyan gizli bir mesajlama yöntemiydi aklın unutmayışlarının.
Aziz amca elinde iki çayla Bilge'ye doğru geliyordu, "Afiyet olsun Bilge hanım," diyerek eline tutuşturdu buğusu üzerinde bir açık çayı, diğer elinde ise çay değil sıcak oralet vardı. 'Yoksa? O da mı burada ki' diye düşünürken, "Görmediniz galiba birbirinizi çocuklar, ne bu dalgınlık böyle sizde," diyerek Akın'a doğru yürüdü Aziz amca. Onun da oraletini bırakıp birbirine birkaç adım mesafede yan yana banklara oturup birbirini görmemiş ikiliye baktı. Ve daha hüzünlü bir gülümseme ile ocaklığına doğru yürümeye koyuldu.
Orada o dakikalarda, bir bardak sıcak içecekle insanın nasıl içinin titreyebileceği, yanaklarından süzülen gözyaşlarında gayet net seçilebiliyordu. Ne Akın ne de Bilge yerlerinden kalmadan içeçeklerine sarılmış bir halde denizi izlediler. Orada geçen sonsuz dakikalarda kendileriyle savaş halinde tüm oracıkta yaşanan iyi-kötü anılarıyla ve kaybettikleri tüm çocukluklarıyla yüzleşmenin hüznü ile birbirlerine hiçbir şey söylemeden evlerinin yollarını tuttular. Neredeyse aynı anda yerlerinden kalktılar ve hareketsiz bir şekilde birbirlerine baktılar. Bardakları almayan gelen Aziz amca ödemek için ceplerine yeltenen gençlere, "Sizden para alamam çocuklar, özellikle de bu haldeyseniz. Hadi varın gidin yolunuza, bir sonrakinde ya beraber ya da ayrı ayrı gelin" diyebildi. Ardından hızlı adımlarla ayrıldılar oradan. Orada o gün birkaç yaprak daha döküldü, birkaç çiçek daha soldu.. O banklar daha sonraları hiç mutluluk yüzü görmedi. Ta ki o yemyeşil park seneler sonra yıkılıp bir çocuk parkına dönüştürülesiye kadar..
Meo - 2017
MeoEdebiyat Kısa Öyküler Blog
Kısa Kısa Aşk Öyküleri
'Mehmet Şentürk