MeoÖykü - Papatya ve Erguvan
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
- Yazdır
- Eposta
PAPATYA ve ERGUVAN
Neredeyse bir sene geçecek üzerinden. Bilanço ağır: binlerce sigara, yüzlerce bira, gözyaşları şükür ki sayılmıyor parmakla. Hiç yorulmamış, yıpranmamış gencecik bir bedendeki yaşlılıkmış ilk aşkın yitirilmesi-hem de nefretle değil, zoraki..
Bir kültür mantarı sevgilisi varmış bir zamanlar. Çocuk yaşta sevmiş toprak evlerin avlularında, gizli saklı o parlak yıldızların altında. Ne şahit kalmış geriye ne de capcanlı bir anı. Bu yaşananın adı mevsimlik sevda. Gönüller betonlardan kaçıp, asfaltlara değmeyecek kadar büyük bir mutlulukla koşarak kavuşup serin yazlarında aşkla ısınmışlar günlerce, senelerce. Birinin adı Papatya, diğeri Erguvan. İkisi de farklı; biri özgürlüğünden dem vuran, öteki rengarenk açılmakta dünyaya henüz yüreğinden yeni taşan duygularından. Nasılsa görmüşler birbirlerini, yetmemiş sevmişler, yetmemiş dünyayla savaşa girişmişler, nafile ikisi de solup gidecekmiş gerçek yaşamın sohbaharı artık yakın.
Seneler sonra Papatya ve Erguvan nihayet bu kez tatil mevsimi olmayan bir günde, şehrin göbeğinde, bir çatıda sabah güneşinde asla ayrılmamaya söz vermiş. Zaten çok eminlermiş, hiç bitmeyeceğine. Papatya bir gün sonra kendi topraklarına giderken Erguvan'ın yanağına bir öpücük konduruvermiş, o kadar. O kadarmış işte masal, bitmiş. Son hatırladığı Papatya başka bir arkadaşına aşk konusunda bu denli zorlanmaktan bıktığını, bu kadar büyük bir aşkın ortasında bu kadar küçük kalmanın zorluğundan bahsetmiş, bir daha dönmemek üzere gitmiş. Erguvan çığlık atmış güneşe, mevsim sonbahar asla ısıtmamış o geçmiş yazlar kadar. Yalvarmış, yakarmış, isyana kalkmış, kalbine kazımış onsuz geçen her saniyeyi. Olmamış, olduramamış.
Zaman diye bir reçete yazmış aşk tanrıları karanlık kışların ortasında; yaşam diye bir dozajı varmış, tüm kutuları yutmuş Erguvan geçmişini silebilmek için. Nefes almış, derin derin. Sözlere boğulmuş, ruhunun parmakuçlarından damlayan aşkın kan kırmızında geleceğini yeniden yazmak zorundaymış alnına, yazı niyetine. Aşkın umut dolu güneşinde her yeni günü eskisinden bilerek kabullenmiş. 'Haklısın' demiş yukarı bakıp herhangi bir pagan tanrıya, 'sen de haklısın!'
Bir daha ne bu konuda konuşmuş, ne kuruyan gözyaşlarını aklında sonda misali aramış. Asla.
Zamanın hızla geçtiğinin farkında eski yaralarına yeni kabuklar bağlatacak birkaç umut aramış. Çevresine bakınmış.. İlk gözgöze geldiği umuda ışığa doğru. Yerinden kalkmış Erguvan, doğrulmuş, doğruca ilk gördüğü sırma saçlı çiçeğe doğru uçmuş, kendince fısıldamış: 'bir şeyler konuşabilir miyiz?' kadar saçma. Oysa fısıldamıyormuş, karşısındaki da gerçek, sözler de gayet ses olarak yüksek. "Elbette, gölün kenarında konuşmaya ne dersin?" derken yeni bir çift göz! Yeni bir çift söz! Yeni bir heyecanla kalbinin nasıl çarpabildiğine kendini inandırmakta zorlanmış. Onun bilmediği çiçeklerin ne kadar çok solarsa o kadar çok yeniden açabildiğimiş.
Sakin ve düşünceli olsa da göle giden yolda elini tutmak için içini kemiren bir gencecik çiçeğin ağzından çıkacak iki masalsı cümleyi nasıl heyecanla beklediğini görebiliyormuş. Hızla ona dönmüş ve "Çok güzelsin." demiş. Bir yaprağını daha kaybedecek kadar içi kanarken, bir yeni filizlenme kadar taze ve temiz bir hismiş yaşamak. "Ölümden önce kaç kere ölebilir ki doğa?" milyarlarca kez cevabını bilmiyormuş henüz.
Masalın gerçek tarafında ise, birkaç adım daha attığında Erguvan, cebindeki telefonuna henüz kısa mesajların o kadar uzun uzadıya yazılmadığı devirlerde bir mesaj ilişivermiş. Açmış, okumuş ve durmuş. Karşısında duran göl, ağaçlar, evler, orman, dağ, gökyüzü, Tanrı'lar, güneş her şey aynı anda şaşkınlıkla kendisine bakıyormuşçasına donakalmış. Sırma saçlı kız korkuyla sormuş, kendi masalının mahfoluşuna şahit olurcasına: "N'oldu? Kötü bir haber mi?"
Kendisinden hiç haber alınamayan bir çiçekten kısa bir mesaj: "Umarım çok mutlu olursun! Seni asla unutmayacağım, sen de beni unutma. -Papatya"
Erguvan "Yok bir şey.." demiş. O günden sonra da hiçbir zaman bir şey var olmamış, tam anlamıyla.
'Meo - MeoEdebiyat
Kısa Öykü Blogu 2015