Aşık olunacak onca ayrıntıdan, milyonlarca değişkenin içinden Atilla'nın gözlerini alan masmavi dalgalar.. Sanki ne zaman karşısına turkuaz rengi çıksa ruhu tatile çıkıyordu kimselerin adım atmadığı, sığ kumsalları olan bir adaya. Gece yarısı oluyordu bir anda gündüzler, yıldızların içinde rengarenk mavi tonları olan gencecik yıldızlara bakar halde buluyordu kendini. Bu durumu en az 4-5 kez yaşamıştı. O an anladı, aşk bir rüya kadar sürüyordu, saniyesi veya ölçü birimi yoktu. Sadece yüreğine dokunan bazı farklılıklar vardı ve onu arıyordun bulasıya dek.
Aradığımız cevap bu değildi elbette. Sonuçta birinden hoşlanmak, birini güzel bulmak, birinin yakışıklı olması veya türlü türlü tanım içerisindeki eksik olan 'aşık olmak' eylemiydi. O henüz hiç kimseye açık mavi tonda biz kıyafetle gencecik bir yıldız gibi süzülüyor diye aşık olmamıştı ki? Ve olamadı da. Çok denedi ama o renk de değildi tetikleyici.
Yine de yıllar geçtikçe içinde ukte kalan bu gençlik aşısını ne zaman gönlüne zerk etse ruhundaki Kuzey Işıklarının büyüsüne kapılmaktan hiç vazgeçmedi. Hiç. Bir gün bunu tam anlamıyla yaşayabileceğini tahmin bile etmeden. Hiç olmadık bir zamanda, hiç olmadık bir mavilikte, hiç olmadık birine bakıp donakalacak; hiç olmadık cesaretle, hiç olmadık beyazlıkta, en olmadık güzellikte bir aşk sunacaktı belki birine. O gün anladı aşkın ne kadar sürdüğünü, aşk ilk intiba gibiydi, ilk sevdiğin oyuncağın rengiydi aşk, ilk adım attığın denizin dalgalarında köpüren beyaz, ilk gün batımında hatıraları yudumladığın sarı, ilk yıldızlı gecenin açık siyahı, ilk anlamlı bakan gözlerin renk çümbüşüydü aşk! Süresi çok kısaydı. Hele ki o ilk baktığın güzel gözlerdeki güzellikten önce yüzbinlerce düşünceyle kendini paralarken, kısacıktı bu aşk denilen! Ya kabul edecek kadar cesur olup o cennet bahçesinin kapısından içeri bir adım atıyordun ya da kaçıyordun yalnızlığının cehennemine geri çekilerek. Aşk oradaki atılacak adımın gerçek hayattaki sürecek milisaniyesi kadardı. Bunu çok iyi öğrenmişti.
Aşk o turkuaz Tanrıçanın gözlerine bakılan saniyeydi. Donakaldığın, dönüştüğün, karmaşıklaştığın. O uykuya dalma anıydı, o rüyaya atılan adımdı. O uyanışın üzerinde bıraktığı mahmurlukla dolaşmaktı ortalıkta. Rüyaların süresini ölçebilsek işte o kadardı aşkın süresi de. Belki beş, belki on saniye. Belki de tüm gece. Ta ki aklındaki tüm korkular uyanıp seni kendine getiresiye, gözlerinde masum bir buğulanma ile 'bu kez değil' diye korkutuğun o gerçek kader anında bitiveriyordu aşk. Yerini bırakıyordu milyarlarca olasığılın hep ona koştuğu büyük bir sevgiye..
'Meo - 2015
MeoEdebiyat Öykü Blogu