MeoEdebiyat - Kısa Öyküler Blogu
MeoEdebiyat - Kısa Öyküler Blogu Pic. Source: "Rosemary's Love" by Dusunur @Deviantart.com

MeoÖykü - Aşk Kaç Saniye Sürer?

Aşk Kaç Saniye Sürer

Aşk Kaç Saniye Sürer

SAYFA 1

   Düşüncelerin yoğunlaşıp, ısınıp, yanardağlarından kül savurduğu zamanları olur insanların; yarattıkları ego dünyasının büyük çatlaklarından daha çok ve şiddetli sızdığı. Aşka uyur, aşkla uyanır, gebe kalırız biz insanlar genellike. Hissetmediğimiz bir şekilde bizi oraya sürükler yaşadıklarımız-daha doğru ifadeyle yaşayamadıklarımız.

   Müzikler, resimler, sanat eserleri, filmler, diziler ve saçma sapan tüm sosyal gereksiz bilgiler havuzundan besleniyorduk bu devirlerde. 21. yüzyılın kehanetiydi bu-her şeye erişebilecek kadar özgürleşip bazı değişmezlere köle kalacak kadar tutuklu olmak. Atilla böyle düşünüyordu, dibine kadar batmış olmasına rağmen modern sosyal yalnızlığın. Aynen böyle düşünüyordu, yine de vazgeçmiyordu inatçı yalnızlığından, sahip olduğu-sahiplendiği-en güzel hikayeydi yalnızlık belki de. Büyük şehre baktıça küçülüyor, küçük bir çocukken kaybolduğu sokakların büyüklüğünden büyüdükçe dünyaya açılıp kendini küçülten bu özgüven yitiminin içerisinde.. Bir Tori Amos şarkısıydı yaşamı, bazen duygularında kaybolduğu babaya yazılmış bir şarkı, bazen dünyanın en ünlü savaşçısının efsanevi savaşları, biraz da Kuzeyli öyküleri aşk niyetine.

   Yaşam aşktan ibaret değildi hiçbir zaman Atilla için, aşksızlığın her zaman yaşamının bir parçası olarak giderek büyüdüğü gerçeğini ezip geçememek olmasa her şey yolundaydı hatta. Merak ettiği minik bir ayrıntı vardı bugünlerde: "Aşık olmak kaç saniye sürer?" Biliyordu aşık olmayı, hissetmeyi. Belirli bir süre insanların elele verip yıkmadığı ikilikleri her zaman olmuştu. Sayısız defa belki de, karşılıklı, karşılıksız, inatçı, gereksiz, beyhude bir sürü hem de. Konu bunların sınıflandırılması değildi. Aşkın kaç saniye sürdüğüydü. O kalbe kan yetiremeyen hissin, yürek diye anlatılan masalın gerçek olduğuna insanları inandıracak kurgunun kaç saniye sürdüğünü merak ediyordu en büyük kalp krizlerinde.

SAYFA 2

   Aşk çok basitti onun için geçmiş olduğu bunca senede. En basit haliyle kendi duygusal çemberine her değen yıldız olup ruhunun gözyüzünde ışık şovları yapıyor ilk anda, o da hayran hayran yıldızlardan iyilik dilenen bir pagan olup çıkıyordu. Kurşuni gökyüzünde mavi ışıkları olan bir akşamüzeriydi onun için aşk, her gece çabucak peşine takılarak geliyor heyecanını çabucak bitip yalnızlığın karanlığına gömülüyordu ruhundaki korkak çocuklar.

   Bir şeyi fazla merak etmenin her zaman tehlikesi onu şekillendirmek ve farklı şekilde deneyimlemek için yanıp tutuşmaktır. Atilla'nın da yaşadığı bir nevi aşkın bu kez deneyimden ziyade deneye dönüşmesine yönelik bir açlıktı. Kontrol hastalığının çok güzel irade olarak satıldığı modern duygusal piyasada aşkın da böylece kontrol edibildiğine inanmak onun hatasıydı, öyle de olacaktı.

   Çok uzun sürmedi..

   Çok güzel rüyalar vardır asla hatırlayamazsınız, kurduğunuz bütün hayallerden bağımsız tek bir rüya ile hayatınıza kocaman bir yara açabilirsiniz. Hiç habersiz hem de. Ruhunuz bile duymaz ruhunuzda yer değiştiren en büyük dağları, aklınızın tutarsız çoğrafi hareketlerinde. Atilla uzunca bir yorgunluk sonrası stresli uykuda, sayısız rüya ile karışmış kafasının ağrısıyla kalktı bir sabah. Gözlerindeki mahmurluk fark edilebiliyordu da aklındaki karmaşıklık henüz su yüzüne çıkmamış bir halde.

SAYFA 3

   Baş ağrısına benzemez psikolojik halin insana yarattığı bu ince sızı. Atilla her ne yaşadıysa, tüm bunlardan bağımsız birkaç günlük üzerindeki yorgunluk ve rüyalarındaki bu kavgalar kendisini farklı bir kimyasal tepkimenin içine sokmuştu bile. Örneğin, her gün kıyısından geçtiği o büyükçe ve kurak mezarlığın ortasında haftalardır güzel çiçekleri olan ağacı daha yeni fark etmişti. Ölümün içindeki yaşam.. Böyle fısıldadı kendine. Hiç kendisinden beklenmeyecek bir algı farklılığı. Hiç hem de. Birkaç gün daha bu şekilde, merdiven kenarlarına kıvrılmış kedilerden, pencere kenarlarına dizilmiş çiçeklere kadar sadece gri tonlamalı şehirdeki tüm renkleri ayırt edebiliyor, işin kötü yanı hissedebiliyordu. Kendisinin alışılagelmiş rahatlığı ve takıntısızlığının büyük bir zıtlığıydı bu. Bu Atilla değil, bu bahar o bahar değildi.

   Bu karmaşık düzenin içinden çıkmaya çalıssa da, bu normal değildi, aynen devam ediyordu. Filtre kahvelerin birbirine eklendiği araştırmacı psikologluk çalışmaları sırasında çok bilmişlik yapıp kendini dahi incelemeye çalışıyordu, ama nafile. Hangi mavi çiçeklerini açmış çiçekti bilmiyorum tüm ruhuna kokusunu, rengini savuran ama tam orada başladı bir renk deliliği mesela. Asla renk seçmezdi eskiden ne giyiminde ne kuşamında. Ne kendisinde ne karşısındaki onun için özel bir renk, koku olmadı, olamazdı. Ancak mavi. Bu basit renkteki karmaşa yeni başlıyordu. Ve aradığı cevapları çok rahat bulacaktı.

   Bazen insanların birbirine çok benzeyen kişiler arasında belirli bir şablon dahilinde aşık olduklarını duyuyor ama hiçbir zaman birbirine benzeyen kişilerin hayatlarına dahil olmuyordu. Kuralları yoktu. Kuralsızlığı ise çok. Ta ki utangaç adımlarını attığı o kaldırımlarda, o okul bahçelerinde, o sakin kahve yudumlama törenlerinde artık mavi rengin kendisine hiç yararlı gelmediğini fark edesiye kadar. Aşk turkuaz tonları olan bir mavi renk kadar etkileyiciydi. Ve saniyeler sürüyordu. Tam olarak bunu hesaplaması gerekiyordu ya, artık hesabı kolaydı, karşısında süzülen ne zaman mavi kanatları olan bir kelebek olsa midesinde kelebekler uçuşuyordu. Ne kadar basit ve saçma bir düşünce değil mi?

SAYFA 4

   Aşık olunacak onca ayrıntıdan, milyonlarca değişkenin içinden Atilla'nın gözlerini alan masmavi dalgalar.. Sanki ne zaman karşısına turkuaz rengi çıksa ruhu tatile çıkıyordu kimselerin adım atmadığı, sığ kumsalları olan bir adaya. Gece yarısı oluyordu bir anda gündüzler, yıldızların içinde rengarenk mavi tonları olan gencecik yıldızlara bakar halde buluyordu kendini. Bu durumu en az 4-5 kez yaşamıştı. O an anladı, aşk bir rüya kadar sürüyordu, saniyesi veya ölçü birimi yoktu. Sadece yüreğine dokunan bazı farklılıklar vardı ve onu arıyordun bulasıya dek.

   Aradığımız cevap bu değildi elbette. Sonuçta birinden hoşlanmak, birini güzel bulmak, birinin yakışıklı olması veya türlü türlü tanım içerisindeki eksik olan 'aşık olmak' eylemiydi. O henüz hiç kimseye açık mavi tonda biz kıyafetle gencecik bir yıldız gibi süzülüyor diye aşık olmamıştı ki? Ve olamadı da. Çok denedi ama o renk de değildi tetikleyici.

   Yine de yıllar geçtikçe içinde ukte kalan bu gençlik aşısını ne zaman gönlüne zerk etse ruhundaki Kuzey Işıklarının büyüsüne kapılmaktan hiç vazgeçmedi. Hiç. Bir gün bunu tam anlamıyla yaşayabileceğini tahmin bile etmeden. Hiç olmadık bir zamanda, hiç olmadık bir mavilikte, hiç olmadık birine bakıp donakalacak; hiç olmadık cesaretle, hiç olmadık beyazlıkta, en olmadık güzellikte bir aşk sunacaktı belki birine. O gün anladı aşkın ne kadar sürdüğünü, aşk ilk intiba gibiydi, ilk sevdiğin oyuncağın rengiydi aşk, ilk adım attığın denizin dalgalarında köpüren beyaz, ilk gün batımında hatıraları yudumladığın sarı, ilk yıldızlı gecenin açık siyahı, ilk anlamlı bakan gözlerin renk çümbüşüydü aşk! Süresi çok kısaydı. Hele ki o ilk baktığın güzel gözlerdeki güzellikten önce yüzbinlerce düşünceyle kendini paralarken, kısacıktı bu aşk denilen! Ya kabul edecek kadar cesur olup o cennet bahçesinin kapısından içeri bir adım atıyordun ya da kaçıyordun yalnızlığının cehennemine geri çekilerek. Aşk oradaki atılacak adımın gerçek hayattaki sürecek milisaniyesi kadardı. Bunu çok iyi öğrenmişti.

   Aşk o turkuaz Tanrıçanın gözlerine bakılan saniyeydi. Donakaldığın, dönüştüğün, karmaşıklaştığın. O uykuya dalma anıydı, o rüyaya atılan adımdı. O uyanışın üzerinde bıraktığı mahmurlukla dolaşmaktı ortalıkta. Rüyaların süresini ölçebilsek işte o kadardı aşkın süresi de. Belki beş, belki on saniye. Belki de tüm gece. Ta ki aklındaki tüm korkular uyanıp seni kendine getiresiye, gözlerinde masum bir buğulanma ile 'bu kez değil' diye korkutuğun o gerçek kader anında bitiveriyordu aşk. Yerini bırakıyordu milyarlarca olasığılın hep ona koştuğu büyük bir sevgiye.. 

'Meo - 2015
MeoEdebiyat Öykü Blogu

Son DüzenlenmeCumartesi, 14 Ocak 2017 19:01
(2 oy)
Okunma 16736 defa
Yorum ve görüşleriniz değerlidir. Facebook hesabınız ile yorum yapabilirsiniz.
X

Sağ Tıklama

Sağ Tıklama ve Kopyalama Sitemizde Engellidir.