MeoEdebiyat - Kısa Öykü Blog -- 2025
MeoEdebiyat - Kısa Öykü Blog -- 2025 Mehmet Şentürk (AI Source)

MeoÖykü - Herkesin Öyküsü

Herkesin Öyküsü

  Her biri birbirinden çok daha değerliydi. Kıyamadık harcadığımız ömre rağmen eşit değerlendirmelerde paylaşmayı. Herkesin bir öyküsü vardı, durağan, benzer ama paha biçilemeyen! O yüzden en paha biçilmez değerimiz olan yaşamımızı harcıyorduk boşu boşuna. Geriye kelimelerin rastgele yığınlarından çizilmiş hüzünlü ve pişmanlık dolu bir tablo...

 

Bahtiyar ve Ahmetçiğinin Öyküsü - Bir Ege Kasabası, Hafif Serin bir Yaz Sabahı!

 

  Dalıp gittiği o engin geçmişin kenarına çekilmiş bir ihtiyar, Bahtiyar. Dinlediği her zaman anlattığından az olan, boşa yaşanmış bir yarım kalmışlık abidesi. Hem de ne afili... Aman yarabbi! Altmış ikinin o derin çöküntüsü, o hüzünlü eski borç batağı. Tüm dostlarından alacağı olan o haysiyetsiz yaşam, yarımlar ve tamamlanacağından henüz emin olamadığı binlerce başka karabasan.

  Vardı bir göz oda yeri. Hüzün kaplardı bayram sabahları her yeri. Bir telefon gelecek de ta Amerikalardan. O da belki yetişirse gün sonuna, o işte dünyanın yavşaklığı zira. Niye yaşayamıyorsa çoluk çocuğuyla aynı dilimlerinde zamanın. Bir duble rakı koydu Bahtiyar, sabahın dokuzunda. Birazcık erimiş kavun ekşiliğinde, şekeri bu sabah erken yükseliversin be! Kime ne? En fazla doktor hanım biraz dert yanar "E be amca?" diye. Gözüne ilişiverdi yamuk yumuk yirmi yıllık çitlerinin üzerinde bir çift el, birbirine kavuşmuş ve güler bir yüz doğrudan gözleriyle kendisini hafiften yargılayıp, birazcık da yargılayan.

  "Bahtiyar bey, günaydın!" ile girildi lafa, lafın çoğuna. Zamansız oldu mu yüzünde hafif bir atım olurdu hep, gözde seyirme, saçlarda öfkeli bir kalkışma yetmezse. "Dur, dur delirme hemen abim ya," diye devam etti genç çocuk. "Bu kez sana kötü havadis bulmadım merkezden," derken yüzünde hafif tebessüm, hafif alay. "Ne demeye rakımı bölüyorsun o zaman Ahmetçiğim?" diye ekledi Bahtiyar. 

  "Kaç vakittir gelirim sana haberle, havadisle! Benim de bir dublelik şansım yok mu diye sormaya geldim bu kez, yürüyüşe ara verebilirim," diyerek iddialı bir giriş yaptı Ahmet. Hakikaten de Ahmetçiğim lafı bi' ona yakışırdı. Bu minik beldenin en naif, en eğitimli çocuğu ve Bahtiyarın tek dinleyicisi Ahmet'ti. O dinlerdi bir tek ve o uzun uzun anlatabilirdi dünya denilen o hengamenin gereksiz tüm öykülerini Bahtiyar'a. "Gel bakalım hayırsız, sonra cozutup da annenlere beni ispitlemek yok ama?" diye kahkahayla yerinden doğruldu Bahtiyar emmi. İlk kez keyfe gelmişti, yoksa güneşin doğuşuna bir ortaçağ vampiri kadar uzaktır, bugün sanki garip bir istisna. 

  "Buz da istersin sen şimdi?" deyip buzluktan yeni çıkmış yarımlık su şişesini verandanın duvarına çarpıp paramparça etti. Atadan kalma işlemeli kamasını çıkarıp yastığının kenarından-son yirmi yıldır tek güvendiği savunma silahı-ortadan ikiye bölüp yanına yaklaşan Ahmet'e uzattı bir eski camdan duble rakıyla birlikte. "Eee," uzatarak kaldırdı bardağı Ahmet henüz su bile eklemeden, "bugün herkesin öyküsü anlatıcam sana," şöyle bir fon dip yaptı bir buçuk dublelik boğma rakıya. Şekerli tat ile kekremsilik nasıl güzel yoğruluyordu Küçük Menderes suyu ve Ege dağlarının taşlıklarında güneşe karşı yanarak büyümüş o bitliklerin arınmış doğallığında. "Herkesin bir öyküsü varmış Bahtiyar bey," kafasını kaldırdı yeniden cam damacanayı işaret ederken o yaşlı amcasına, "herkesin öyküsü bir diğerinden daha değerliymiş," bardağın hafif hafif doluşunda el işaretiyle kafi diyebildi, "herkesin öyküsü anlatılmak değil de gizlenmek istermiş," uzaklara daldı biraz Ahmet, "biraz da hissedilmek ve anılmak zaman zaman. Hele hele bir Ege sabahında hafif esintide bir duble rakı açtırdıysa tövbekar bir haytaya bak ki sen o ne menem öyküdür, o ne büyük giz, o ne garip haz!" Ortam sessizleşti... Bahtiyar bey henüz anlam veremese de konunun gideceği yerde öyle hazırolda bekliyordu ki. "Senin bu yüksek mektep pek de güven işlemiş Ahmetçiğim sana," diye gülümsedi yeni bir yudum aldığında içeceğinden, "nereden geliyor bu herkesin öyküleri de bakalım?" diye bardağını tatlı sert masaya vurdu, sorguya girmiş bir komiser edasıyla öne doğru eğilip...

  "Bahtiyar Bey, bu kez sorguda olan ben değilim ama," dedi Ahmet, "bu kez sabahın köründe sana bir tek açtırıp, kuş sesleriyle dertleştiren o kutsal öyküyü yazmak lazım, dinlemek lazım, anlattırmak lazım Bahtiyar emmi." diye yumuşatıp ortamı. Şöyle sırtını dönüp bahçeye ve ileride mavilikten kusacak deniz manzarasına dalıp, "Bu kez sen anlatsan güzel abim," diye yutkundu ve ekledi, "ben de dinlesem tüm o başıma geleceğinden emin olduklarımı senin hoş başından geçmiş haliyle..."

  Durumun o ciddiyeti ve samimiyeti karşısında ilk kez Bahtiyar Bey'den Bahtiyar Emmi'ye teşrif eden amcamız yerinden doğruldu, salaş mutfağına giderken rüzgar çanına keyifli bir tokat attı, o seslerin arasında eski tahta işleme dolaptan gölgede beklemiş biraz beyaz peynir, biraz taze salatalık turşusu ve buzdolabından az yoğurt çıkardı. "Madem o gün geldi," diye elindeki tabakları yukarı kaldırdı, yine rüzgar çanına temas ettirip tabakları alçak mutfak kapısından çıkarak doğruldu. Masaya bırakınca tüm mezeleri, "öğlene varmadan, sıcaktan kavrulmadan şu içimizi dökelim madem," diye ekledi. "Bir kez çok mutlu olduğumu unutmuştum," diye iç çekti derinden, uzun uzun düşündü, sorguladı belki de çekinde ve yavaş yavaş sigarasını sardı tabakadan. Sigarasını yakarken adettendir diye düşünüp Ahmet "Eee?" diye ekledi merakla. "Hiç boşuna kuzu gibi meeleme Ahmetçiğim, yok ötesi!" çekti sigaran derin bir nefes, "ne zaman insan unutsa çok mutlu olabileceği olasılığını, Tanrı anında gönderir en kadervari oklarını. Ben de tutuldum bir dert yağmuruna, buradayım işte günün sonunda."

  İkisi de durdu bir süre. Ahmet henüz öykünün uzun uzadıya detaylandırılacağını düşünüp sımsıkı tutuyordu elindeki kadehi. O an dikkati kadehe yönelen Bahtiyar emmi "Boşuna gerilme Ahmetçiğim, öykü bu kadar işte," dedi sade bir tavırla. "Sen kazanırken kaybedenleri unuttukça, seni kaybettikçe kazananlara öfkeyle Tanrı'ya isyan ettiğin garip bir dünya..." diye ekledi. "Öyle garip ki biz ne zaman algılarımızla zamanı karıştırsak hızla geçiyor yıllar," minik bir kadeh tokuşturma arası "biz ne zaman zamandan yılsak duruyor namussuz zaman!" diye ilk kadehini de bitirip şöyle manzaraya daldı Bahtiyar emmi.

  "Ne yani öykün yok mu herkesin öyküsünden daha değerli veya benzersiz?" Ahmet iyice sorgulamaya başlamıştı bu hüzünlü belirsizliği. Beklediği son cevabı alması için biraz ritüel gerekiyordu, birkaç lokma meze, bir yudum daha, bir yudum daha ve son bir sigara. "Bana bak," dedi sert bir mizaçla, "yaşam anlattıkça beynine yeniden kaydettiğin o saçma sapan şekil değiştiren gereksiz askerlik anılarından veya yalan dolan gençlik aşklarından ibaret değil, olmadı ve olmayacak!" Kadehini veranda duvarına yaslayıp ellerini kavuşturdu Bahtiyar, "herkesin öyküsü henüz hiç anlatmaya kıyamadığı, hiç paylaşmaya kıyamadığı ve hiç anarak harcamak istemediği garip bir hazine gibi. Başında duruyoruz işte ölmeye doğru giderken vahşi bir ejderha gibi! Değerini bilemediğimiz bir hazinenin abartı arabeskinde, garip bir masalda yaşadığımızı fark ediyoruz da inkar etmek öyle huzurlu bir kibir olmuş, kolayca yansıtıyoruz tüm yarım kalmışları diğer yarılarımıza..." hüzünle yerinden doğrulup bir damla göz yaşının aktığı yeri silip tavuklarına yem vermeye doğru giderken Ahmet'e son kez döndü, "Herkesin öyküsü, ne yaşanmış ne kazanılmış ne de anlatılacak kadar gerçekleşmiş bir rüya değil," garip bir gerçeküstü huzursuzluk vardı sözlerinde, "herkesin kabusu kendi sabahı işte... Kalkıyoruz, yerimizden doğruluyoruz da boynumuz hep bükük özlediklerimize, garipliklerimize ve bu yalnız başına bırakılmış idealizmimize." diye uzaklaştı masadan. 

  O günden sonra çokça sohbet ettiler Ahmet ve Bahtiyar. En güzel öykünün sessiz bir meltem ile birlikte uzaklara dalıp dalıp kendilerini dinledikleri, yeni yaşam kararları verdikleri. Sonraki günlerin garip sürprizlerine rağmen dimdik ayakta durup kendi geçmişlerine saygı duymak ve geleceklerine odaklanmakla gerçekleşecek bir diğer dostluk paylaşımı olduğunu sonradan bol bol fark ettiler.

. . .

  Bir sabah, Ege'nin izbe bir kasabasında ağaçların fethettiği bir mezarlığın köşesinde ağlarken "Bahtiyar..... - 1956-2024" yazan bir mezar taşının yanında Ahmet "Herkesin öyküsü kendisiyle gömülecek ve sevdikleri" dedi. Yerinden doğruldu ve yoluna devam etti...  

Meo - 2025
MeoEdebiyat Kısa Öykü Blog
Mehmet Şentürk

 

Son DüzenlenmeÇarşamba, 30 Temmuz 2025 02:23
(2 oy)
Okunma 40 defa
Yorum ve görüşleriniz değerlidir. Facebook hesabınız ile yorum yapabilirsiniz.

Bu kategoriden diğerleri:

« MeoÖykü - Bir Koleksiyonerin Anıları
X

Sağ Tıklama

Sağ Tıklama ve Kopyalama Sitemizde Engellidir.