MeoÖykü - Kalbine Kadar
Öne Çıkan- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
- Yazdır
- Eposta
Öğrenciliğin en sakin duraklarında bekliyorduk, rutine taşınan otobüsleri. Birbirimizi tanıyorduk, tanışıyorduk. Camlarda binlerce yürekten dökülen hayaller süzülüyordu sağanak halinde, bazılarımız görebiliyorduk. Hüzün kalabalıktaki yabancılığın çocukça vurgusu ve gönül yorgunluğuydu akşam saatleri.. En çok da bu saatlerde düşkün oluyorduk, aşka düşüşlere, yuvarlanıp gidiyordu gönüllerimiz durakların kıyısına saçılmış yalnızlıkların oyun yerlerine.
"Nasılsın abi ya, nerelerdesin? Görüşemiyoruz üniversiteye başladın başlayalı," söze o kadar hızlı ve heyecanlı girmişti ki, Emre'nin sesiyle varlığını idrak edesiye kadar dört beş kadar soru çoktan birikmişti. Kısaca cevaplayıp otobüse binip gitmek istiyordum, "N'apalım dostum, üniversite zor, yavaş yavaş alışıyoruz, malum lise gibi değil ders saatleri, ilginç bir sistemi var" benzeri bir şeyler geveledim. "Özlettin kendini yahu, ne diyeceğim, devam mı şiirleri yazmaya? Okuyamıyorum epeydir," diyiverdi Emre. Çok severdi şiirlerime bakmayı, genelde not defterlerimde ve yeni yeni alışmaya başladığım saçma sapan bloglarda biriktiriyordum hislerimi, hayallerimi, en çok kırılmış haldekileri. "Yavaş yavaş devam ediyorum, edebiyat kusmazsam bölümde yine yazarım," düşüncelerim de aynı bu şekildeydi, sanki şiirden kaçıyordu ruhum taşlaştıkça, şiirlerimde bir 'sen' eksilmiş, binlerce 'ben' çoğalmıştı çünkü. "Neyse abi, şu telefon numaranı ver de görüşelim arada," sorusuyla hemen numaraları sıraladım, "Otobüs geldi, sen diğerine mi yine?" diyerek atladım otobüse. Genç bir lisesi çocuğun yüzü gülüyordu, belli ki hayallerindeydi onun da üniversite hayatı. Yine camlarda şiirlerimi ve şiirlerimin o eski perilerini düşünerek geçtim aynı yollardan, dikkatsizce. Eve geldim, yorgunluk ya da depresyon uykuma geçtim. Yapayalnız kaldığım bu ilk senemde zorluyordu her şey, aynı evin yalnız çocuğuydu ailem köye göçüp gitmişti.
Çok alışık olmadığım halde, iki yankılı bip sesiyle uyandım. Telefonumun kısa mesaj özelliği bir süredir zaten sessizdi, en fazla gereksiz bir kampanya veya reklam mesajıdır diye kendimce suratsız bir ifade elime aldım telefonu. Gelen mesaj ise: "Merhaba, ben Yeşim. Bugün akşam üzeri otobüs durağında arkadaşınızla şiir konuşurken dinledim sizi, numaranızı da orada aldım. Rahatsız etmiyorum umarım, sizinle tanışmak istiyorum." şeklindeydi. 'Ulan Emre başıma kimleri sardın yine, acaba bizim üniversiteden elemanlar bir araya gelip yine mi içip içip kandıracak adam mı arıyor' diye düşünürken, hızla cevap verdim: "Kusura bakmayın çıkaramadım, neden aldınız ki numaramı?" yazabildim sadece. Yeşim'in şiire olan düşkünlüğüne dair birkaç mesaj ve şüpheye mahal vermemek adına kısa bir telefon konuşması ardından, kendisinin lise son sınıf öğrencisi olduğunu ve benimle görüşmek istediğini öğrendim. İlginç bir şekilde hoşuma da gitmişti. En azından farklı bir durumdu ve belki de ilk kez tamamen yabancı biriyle tanışabilecektim farklı bir yolla. İki gün sonrasına anlaşmıştık.
Defterinde yazdığı birkaç dörtlüğü gösteriyordu, gözüm takıldı defterindeki genç kız karmaşasının en düzenli yerinde, en tepede 'Kalbine Kadar.." yazıyordu. Kimin kalbi olduğunu çok iyi anlamıştım, tek sorun onun benden bir sınıf kadar küçük olmasıydı, benim için olmasa da onun için sorundu. Heyecanlı kalbine sarıldığım her günün ardından 'beni sevmeyeceksin' diye ağlıyordu. Kalbine kadar gittiği bu mağara onu çok korkutmuş olmalıydı. Dördüncü kez buluşup o yemyeşil gözleriyle, son kez minik bir öpücük kondurup yıktım onun girmeyece çalıştığı ruh mağarasının girişini. Kendisine küçücük bir not yazarak, "Kalbime kadar gelmende sorun yoktu asla, kalbimde kalamayacak kadar ürkeksin. Elveda." hızla uzaklaştım onun baharından. Kendi yazlarımda daha fazla büyümek üzere. Şimdilerde ne zaman bir şiir yazsam, koşup gelecek gibi oluyor. Korkuyorum, yine giderse diye.
Meo - 2016
MeoEdebiyat Kısa Öyküler Blogu
Kısa Kısa Aşk Öyküleri
'Mehmet Şentürk