MeoDeneme - Deniz Kızının Öyküsü
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
- Yazdır
- Eposta
Hepimiz aynı denizin balığıyız sanıyorduk. Aynı güneşin çiçeği.. Aynı yalnızlığın mutsuzlarıydık mesela ve aynı güzelliğin bekçisi. Sözde hepimiz aynı duyguların savaşçısı ve aynı yaşamların başrollerindeydik. Hepimizin kapıldığı akıntı mesela aynıydı, bizler de aynı yere geri dönüyorduk. Aynı derinliklere, aynı sessizliklere ve aynı uğultulu hayallere kapılıyorduk huzur dolu bir kum yığını üzerindeki korkak deniz kızı misali.
Bir deniz kızının ilk kez gördüğü bir erkeğe aşık olmasıydı bizimki. Hiç tutamayacağın ellere önce aşık oluyordun, hatta o ellerin başkalarını tutma olasılığını bile düşünerek. Hiç yüremeyecekti ayakların kuyruğundan parçalanarak! Sen onunla yüremeyecek olduğun halinle seviyordun bir hayali. Aşk buydu. İmkansız olanın gerçeğin bir yansıması gibi bir yüzün kıvrımlarında haritalanması gibiydi bu duygu yüklü macera.
O, hep gidebiliyordu özgürce uzaklaştığı toprakların üzerinde. Deniz kızı hep saklanmak zorundaydı derinlerde. Onun tek korkusu deniz iken, deniz kızı tek korkusuna aşık olmak zorundaydı hayatta kalmak için. Deniz kızının aşık olduğu o erkek asla denize açılmadı, senelerce. Tek bildiği, denize nazır bir limanda onlarca farklı insanla oturup ay ışığı altında sohbet etmekti. Bazen mutlu, bazen hüzünlü, bazen tek başına..
Yalnızca bir kez bir yakamozun ucunda hayal meyal görmüştü çocuk denizin yüzeyinde parlayan o koyu renkli saçları.. "Yine yaramaz yunuslar, yosunlarla oynuyor herhalde" diyerek dönüp gitmişti. Aşk bu kadar acımasız ve tehlikeliydi. Binlerce saat ay ışığında uykusuz bekleyen bedenini, bir saniyelik bir yanılmasa döndürebilirdi aşk denilen bu lanet takıntı. Deniz kızı artık bu huyundan vaz geçmeliydi. Yüzmeyi unutup yürümeyi öğrenmeli, saklanmayı unutup görülmeyi öğrenmeli, susmayı unutup o güzel şarkıları tekrar söylemeyi öğrenmeliydi.
Yazın ortalarında bir gece yarısı, limandaki kalabalıklardan ve tüm o tanıdığı insanlardan sıkılan çocuk limanın biraz yürüyüş mesafesindeki o kayalıklara gitmiş amaçsız bir şekilde denizle sohbet etmekteydi. "Mutluluk," diyordu "bu kadar zor olmaması gerekecek kadar güzel bence be deniz.. Mutluluk nefes almak gibi doğal olmalı bence." Bu monolog denizin dalgalarının arasından beliren bir çift göz ile hızla kesilmişti. Aniden yerinden doğrudan ve kayalıklarda hızla geri çekilirken genç çocuğun nefesi kesilmek üzereydi.
"Dur, gitme n'olur?" diye titrek ve tamamen farklı bir ses duyuldu kayalıkların arasında. "Dur.." bunu söylerken artık tuzlu deniz suyuna deniz kızının gözyaşları karışıyordu. Kendini kayalıklara çıkarmaya çalışan bir deniz kızının bu uğraşında kesilen derisinden kanlar sızıyor, denizin içinde karanlık gölgeler oluşturuyordu. "Gitme," diye fısıldadı son kez elini uzatırken.
Yardım etmesi gerektiğinden artık emin olan çocuk hızla deniz kızını kucakladı. Ne yapacağını bilmiyordu. Neden bu kadar denize bağlı olması gereken bu canlı kayalıklarda kendisine yaklaşmaya çalışıyordu henüz karar verememişti. "Sen...sen bir deniz kızısın," diyebildi sadece "neden sudan çıkmaya çalışıyorsun, ölmez misin böyle?" sorusunu sorarken korkudan titriyordu çocuk. O parlak saçları, bir süre önce su yüzünde gördüğü o güzellikleri eline değdiğinde yüzünde gülümseme vardı.
"En azından mutluluktan ölürüm, n'olur çıkar beni" derken deniz kızın çok acı çektiği belliydi, "götür beni evine" diyebildi. Daha sonrasında bilinci kapalı ve kan kayıplarının ödettiği günler ve gecelerde tamamen sessizlik vardı. Çocuk günlerce deniz kızının bedenini nemli tutmak ve onun yaralarını iyileştirmekle ilgilenmek için evini hastaneye çevirmiş, tüm tanıdığı tedavi yöntemlerini denemiş ve tüm şifacıları evine davet etmişti. Ancak başka bir değişim vardı, o deniz kızının upuzun yüzgeçleri her geçen gün değişiyor, kuruyor ve daha da belirginleşen ayaklar pulların altından seçilebiliyordu. O minik sahil kasabası ve diğer komşu köylerden gelenler de artık bir deniz kızı yerine normal bir genç hanımefendi görmeye başlamış ve bir ay süren o bekleyişin ardından ilk kez o eski deniz kızı gözlerini açmıştı. Artık gülümsüyordu ve karşısında yorgun düşmüş o erkeğe bakarak: "merhaba çocuk, aşığım sana" diyebilmişti.
...
Bu kısacık masal gibiydi tüm aşklar, önce imkansızlıklar, sonra yalnızlıklar, son acılar, sonra korkular ve nihayetinde ölüme koşar gibi yaşama tutunduğumuz hislerimizinden ibaretti aşkla ilgili tüm yaşanmışlıklar. Biz ya çok basite indirgerdik ya çok zorlaştırırdık, başka hiçbir izahı yok.
MeoDeneme - 2015
MeoEdebiyat