MeoEdebiyat - Kısa Öykü Blog
MeoEdebiyat - Kısa Öykü Blog Pic.Source: "Leaving" by Imustbedead @deviantart.com

MeoÖykü - Giderken

Öne Çıkan

Maria Mena - Leaving You MeoEdebiyat Kısa Öykü Blog

  Biliyordum gideceğini, sorun ne zaman olduğuydu. Geldiği gündeki hesaplaşmalarım hala bitmemişti ki, o gitse ne fark ederdi? Biliyordum biteceğini, sorun yenileyebilecek olup olmayışı. Geldiği kadar heyecanlı değildi ki, değişse ne değişirdi?

  Kendi kendine sorabildiği böylesi binlerce sorusu vardı Naz'ın.. Binlercesi daha hatta. Hiç düşünemediği kadar yabancıydı o adam, bir zamanlar o kadar dostuyken. Bir o kadar yalancıydı bu yaşam, bir zaman bir o kadar gerçekken. Tavanındaki her gölge değişiminde, yoldan geçen araçlarının ışıklarıyla tavanında yıldızlar kayarken hiç de dilek tutamıyordu artık. Bunun geleceği yoktu, geçmişi o kadar büyükken. Bunun varlığı yoktu, yokluğu bu kadar alışılmışken. Bir hafta mı olmuştu acaba, görmeyeli. Neden özlemiyordu, neden hissetmiyordu görebilmenin heyecanını? Yatağının yanına rastgele dağılmış kağıtlardan birini aldı, kalemi bulmak sinirlerinin bozulmasına yetecek kadar uzun sürmüştü. Birçok şey yazası vardı, kalem arayışında hevesinin kaçtığından olsa gerek, kısa kesti: 'Bitti..' yazdı sadece. Ertesi gün teslim edilmek üzere. Kağıda sımsıkı sarılıp uyumaya çalışırken gözyaşlarıyla dertleşti, yüzleşti, yüzüyordu hayal kırıklarından oluşmuş bu çölün derinlerinde. Kaybolmuş bir halde.. Uyku en rahat çözümdü, ölmek adına yaşamaya anlam kalmadıkça.

  Ertesi sabah kuşların sesleriyle uyandı her zamanki gibi, bu kez hiç gülümsemedi. Hatta yüzünde yorgunluk, tuz kalıntıları ve kırgınlık vardı. Yataktan isteksizce doğrulup, hızla bir şeyler giydi. Saati gelmişti. Ahmet birkaç saate kalmaz şehrine teşrif ederdi, ilk kez ise anlamsızlık vardı bu gelişte. Avucunda sıkı sıkı tuttuğu kağıdıyla düştü yollara. Yanından geçen toplu taşıma araçlarına aldırmadan, kendisine kornalarla binip binmeyeceğinin teyidini soran taksicilere hiç dönüp bakmadan yürüdü. Her zamanki buluşma yerine gitmesi gerektiğini iyi biliyordu. Ağaçların içinde, kimselerin olmadığı bir deniz kıyısı kafesinde, müzikler eşliğinde ellerini tuttuğunu, gözlerine baktığı, özlemle kavuşup, gidişiyle ağladığı o adam son kez geliyordu belki de. "Son kez.." diye fısıldadı kararlı bir şekilde, kendini ikna ediyor gibiydi. Avucunu açıp iyiden iyiye buruşmuş kağıda baktı. Hüzünle karışık bir tebessümle.

  Öte yandan Ahmet birçok şeyden habersiz olduğunu düşündüğü kadar boş düşüncelerde değildi. Biliyordu aralarındaki en ufak kimyasal değişimleri ve hissedebiliyordu. Böyle olmuştu çünkü hep, ne zaman yeterince konuşmasalar, gereğinden fazla düşünüyorlar, gereğinin dışında hissediyorlar ve gereksiz yere mutsuz oluyorlardı. Yaşamlarının son birkaç yılında beraber savaştıkları bu gençlik savaşını kaybedecek hale geliyorlardı. Naz'ı gördüğü anda anlamıştı, bir şeyler eksikti. Adı konulmamış bir sorun vardı. Beklediği masada elindeki çay bardağını bırakıp ayağa kalktı-her şeye rağmen-kollarını açtı, Naz bu kez ona sarılmadı bir sandalye çekip oturdu sadece yanaklarına temassız bir sıradan öpücük kondurup. Uzun uzun baktılar birbirlerine, Ahmet ilk anda konuşmak istemedi, çünkü biliyordu bir süre sonra cümlelerin döküleceğini. Bekledi.. Çaresiz bir kurtarma içgdüsüyle iki elini birden masanın kıyısındaki endişeli duruşlarından kurtarıp Naz'a uzatmak istedi. Olmadı haliyle. Naz yumruklarını sıkmış hale masanın üzerine kaldırdı ve ters döndürecek avuçlarını açtı, bir parça buruşmuş kağıt, sakince masanın üzerine bıraktı ellerinden. 

  Şaşırmış bir halde olan Ahmet hızla buruşmuş kağıdı aldı, düzeltti ve düzleştirdi ve hiçbir şey yazmadığı fark etti. Bir terslik olduğunu düşünerek arka tarafına bakmak istedi. Beklenen cümle vardı, 'Bitti..' O kadar. Beklenen bir cümle, ifade, karar, hediye, lanet işte her neyse o vardı kağıtta. Ahmet gözlerindeki kızarmaya aldırmadan elini cebine attı, sevgilisi için gelmeden önce aldığı kolyenin paketini çıkarıp masanın üzerine bıraktı. Burada ise 'Gitme..' mesajı yazılı olmasa da okunabiliyordu. Konuşmadılar ancak bir süre..

  "Sorun ne?" diyebiliyordu kendisine soru yöneltilen önündeki bardağın çevresinde gezinen tırnaklarıyla kendi kalbini çizerken. "Sorun ne!" diye bağırdı olanca gücüyle, artık bardak yoktu ortaya aşkın doldurulabileceği. "Neden böyle yapıyorsun?" sorusundaki hüzün, korku, endişe ve kabullenme aralarında geçen süredeki en içten yanılsama. 

  "Artık böyle.." diyebildi Naz. Başka bir cümle kurmaya mecali kalmamış halde masadan doğruldu ve eve doğru yürüdü. 

  "Böyle olsun.." derken sildi gözyaşlarını Ahmet. Başka bir adım atmaya niyeti kalmamış halde masadan doğruldu ve yürümeye başladı denize doğru. 

  Geriye bir masa, bir kırık bardak, bir buruşuk kağıt, bir adet içinde kolye saklı kutu kaldı. Geriye hatıralar, yalanlar, doğrular, hedefler, hayaller ve onların kırıklıkları kaldı. 

Meo - 2016
MeoEdebiyat Kısa Öykü Blog
'Mehmet Şentürk

Son DüzenlenmePazar, 10 Temmuz 2016 12:17
(3 oy)
Okunma 4394 defa
Yorum ve görüşleriniz değerlidir. Facebook hesabınız ile yorum yapabilirsiniz.
X

Sağ Tıklama

Sağ Tıklama ve Kopyalama Sitemizde Engellidir.