MEOEDEBİYAT
Bu sayfayı yazdır
MeoEdebiyat - Kısa Öykü Blog
MeoEdebiyat - Kısa Öykü Blog Pic.Source: "Cageless" BY yuumei @deviantart.com

MeoÖykü - Renklerin Kavgası

  Kısa Öyküler

MeoÖykü - Renklerin Kavgası

  Çocukluk çağından beri en güzel hayali resimdi, renkler, beyaz kağıtlar, karalamalar ve türlü türlü çeşitlilikteki pastel boyalardı. Rahmi her zaman yaşadığı toprakların, bu karanlık ve gri dağların arasındaki renkleri bulmaya ve onları umutlarını gömdüğü kağıtlara çizmeye kendi adamaktan başka bir şey bilmedi çocukluğu ve gençliği boyunca. İleride kendisini bu yola götürecek virajlar ise çok fazla ve çok kesindi..

  Gözlerinin önünde hızla akan zamandaki tüm renkleri ezberlerken öte yandan büyüdükçe karanlıklaşan tüm yaşam kaygılarına rağmen Rahmi sevmediği tüm dersleri çalışmaya, zorlandığı tüm testleri verip önündeki engellerden kurtulmaya çalışıyordu. Gencecik bir iç Anadolu genci olarak önünde aşılması gereken biliş seviyesini çok rahat fark edebiliyordu. Gözünün önünde tüm heveslerinden vazgeçmek zorunda olan arkadaşlarını izlemek ne kadar zordu, kimseler bilmez. Bir gün kendisine geleceği ve şu anki çalışmaları hakkında sorular soran rehberlik hocası şöyle demişti:

  - Rahmi! Gel kardeşim seninle az sohbet edelim. Çok çalışıyorsun Maşallah, hocalarından çok güzel haberler alıyorum. Ancak merak ettiğim bir şey var. Nedir hayalin?

  Bu soru karşısında birkaç saniyeliğine duraksayan ve ilk defa böyle bir sözlü yüzleşmeyle karşı karşıya olan Rahmi oradaki küçücük ve şık tasarımlı bir rehberlik odasındaki renklerin kötü dağılımına bakarak içininin daraldığını hissetti. Etrafında tam bir tur döndükten sonra, sakince hocasına döndü:

  - Hocam bir hayalim yok. Puanıma göre kendime uygun bir şekilde bölüm seçip okumak istiyorum. İnsanların yok yere yaşayıp öldüğü bu coğrafyada benim hayallerimin ne önemi var ki?

  Diye sordu ve hocasının şaşkınlık içerisinde davetini beklemeden onunla birlikte koltuğa oturdu. Hocası da onun bu hareketindeki sembolik yıkılışı kolayca anladı ve konuşmaya devam etti:

  - Olur mu evladım öyle şey. Gencecik adamsın. Senin de tutkuların ve hayallerin vardır mutlaka. Anlat bakalım, belki de bir yol bulabiliriz.

  Henüz Rehberlik hocası ve yeni tanıdığı Can bey lafını bitirmeden, Rahmi sözünü bir parmak kaldırma hareketiyle kesti:

  - Hocam, elbette ki tüm önerilerinizine saygı duyuyorum. Ben de gencim ve hayallerim var. Ancak hayallerimin birçoğunu ilçemizdeki ikinci sanayideki çay taşırken gezindiğim gri duvarlarda bıraktım ben, her yaz çalışırken. Şimdilerde ise gecemi gündüzüme katıp kazandığım harçlığımla dershane paramı öderken, kalan azıcık paramla çizdim hayallerimi duvarlara ve bitmesine karar verdim. Artık benim hayallerim yalnızca gerçeklerdir. Üzgünüm.

  Cümlesi biterken ayağa kalktı ve sakin-saygılı haliyle müsaade isterken gözlerindeki o acılı gerçekçi bakışlarla kapıyı sakince kapatıp yoluna devam etti. O anlarda, güler yüzünü hiç yitirmemeyi alışkanlık hale getirmiş Can hoca önünde dumanı tüten sade kahvesinden kısa bir yudum alıp Rahmi'nin dediklerine anlam vermeye çalıştı. Akşama kadar ara ara o gencecik çocuğu görmüşse de henüz anlamlandıramadığı bir durum, bir gerçeklik vardı.

  Dershanedeki o garip koşuşturma, o öğrencilerin üzerine titrediği ve gelecek planlarıyla gençlere ışık tuttuğu bir iş günü ardından Can hoca eve dönerken arabasına bindi, akşam saatinin o yorgunluğunu atan müziklerini açtı, evine dönmek için yaklaştığı kırmızı ışıkta beklerken aniden gözü bir parlak mavi levhaya takıldı: "2. Sanayi" yazıyordu. Beyninde çakan şimşeklerin ani kararlara yol açtığı nadir anlardan birinde, kırmızı araçlarda bekleyen araçların önünden çapraz bir kural dışı geçiş yaparak sanayi tarafına doğru yeşil yanan ışığın yanında kontrollü bir şekilde geçti.

  Can hoca geniş sokakları, birbirinin aynısı olan dükkanları, binlerce arızalı araç ve hurda arasında oradan oraya koşuşturan insanları izleye izleye araç sürmeye devam etti. Birkaç sokak gezdikten sonra neredeyse kaybolmuş gibiydi. Tanıdığı ve eskiden aracını bakıma getirdiği birkaç dükkan dışında devamlı canlı bir şekilde değişen levhalara sahip dükkanlar arasında ne aradığını, kimi aradığını hem biliyor hem de buna net bir karar veremiyordu. Rüyada gibiydi. Artık bir süre geçip konunun saçmalığını anlayan Can hoca, tam olarak 2. sanayinin çıkışına yaklaşırken aniden sert bir fren darbesi ile aracını kenara çekti. Önünde durduğu küçücük ve kulübe tarzı bir dükkan ve üzerinde bir levha vardı: "2. Sanayi Çay Evi". 

  Arabasından sakince indi Can hoca. Küçücük Çay Evi kulübesinin yanına sarmaşıklarla örülmüş ve taburelerde döşenmiş bahçeye oturdu. "Ustam bir çay alabilir miyim?" diye seslenip telefonunda birkaç detay bakar gibi yaptı. Ancak hedefi belliydi. Elinde üçgen demirleri olan çay tepsisini sallaya sallaya gelen çay ustasını gördüğünde, keskin bir "Buyrun.." sesinden sonra:

  - Ustam, Selamın Aleyküm. Ya bir şey sorucam. Ben dershanede hocayım da, benim bir öğrencim sanayide çaycılık yaptığını öğrendim. Adı Rahmi, çok iyi çocuktur, çok da severim. Buralarda mı acaba?

  Diyerek hızla lafa girdi. Cevabın gelme ihtimalinin umutsuzluğunu taşıdığı için zaten çayını almış, kaşığın gereksiz olduğu bardaktaki detayı kenara ayırarak çayını içmeye başlamıştı bile Can hoca. Ustanın ise yüzü gülmüştü:

  - Aaa bizim çalışkan Rahmi mi? Evladım olsun, ben de çok severim. Yıllardır buraların çocuğudur. Az deli değildir bakmayın. Tüm sanayi duvarlarında-bakın karşıda da var-tüm duvarlara sprey boyalarla sabahları resimler çize bizlere. Tüm buralar onun çalışma alanıdır. 'Yapma, etme oğlum. Paran bu boyalara gidiyor dedimse de dinletemedim'..

  Bu cümleler hızla ve yüksek sesle vücuduna nüfuz ederken Can hoca elinde çay bardağının sıcaklığı ile elinin kızarmasına aldırmadan yoldan karşıya doğru geçti, "Ustam eyvallah," dedi o ara gülümseyerek. Karşıdaki duvarda devasa bir manzara, devasa bir eser, şahane bir çizim vardı. Çayını hızla içip, birkaç TL'lik bozukluk bırakarak, ardından çay ustasının "Hocam çok olmuş bu.." diye seslenmesine aldırmadan aracını çalıştırdı ve tüm sanayiyi dakikalarca sokak sokak gezdi.

  Elinde torpido gözünde epeydir kullanmadığı fotoğraf makinesiyle onlarca fotoğraf karesi aldı. Hepsi bir sanayinin ortalamasının çok çok üzerinde, renklerin birbiriyle kavga ettiği şahane çalışmalardı.

  Evine döndü yorgun bir halde. Kafası karışıktı. Eşi Emine hanım, "Can, neredesin hayatım? Geç kaldın!" sorusuna aldırmadan çalışma odasına geçti, ardından aklı başına geldiğinde eşini çağırdı.

  - Hayatım. Bir saniye. Gel şu fotoğraflara bir bak.

  Diye seslendi. Emine hanım fotoğrafları tek tek süzerek, "Hmm" sesleri çıkararak sonunda o can alıcı soruyu sordu :"Yine senin ressam dostlarından bir sanat sergisini sokaklara taşımış herhalde Can," dedi.

  O anda Can hoca ayağa kalkıp eşine sarıldı. "Haklısın hayatım, bir sergi bu" dedi bağıra çağıra. Eşinin şaşkınlığına bile aldırmadı. Bilgisayarının başına oturdu ve ülkenin çeşitli yerlerinde kah profesyonel kah eğitim camiasında resim sanatını yaymaya çalışan eski dostlarının hepsine ağır aksak çalışan internetiyle mesajlar iletmeye başladı. Çok geçmeden gece yarısına bile gelmeden telefonu çalmaya, hatta susmamaya başladı. Neredeyse birkaç hafta böyle sürdü.

  ...

  Sınav dönemi yoğunluğu gelip çattığında, Can hoca hala belirli bağlantılarıyla telefon görüşmelerine uzun uzun devam ediyordu. Neredeyse Emine hanım, eşinin artık her akşam 2-3 saat süren bu konuşmalarından yanlış anlamlar çıkarmaya başlamıştı. En sonunda eşine gelen o büyük, o içten sarılma ile durumunun ne olduğu çözülmüştü. Sıcak bir İç Anadolu sıcağında balkona çıktılar eşiyle el ele.

  - Nihayet aşkım, nihayet. Bir öğrencim o sana gösterdiğim çizimlerin sahibi Rahmi artık birkaç güç sonra arkadaşlarımın akımına uğrayacak. O çocuğu sanata kazandırma tek hedefimiz aşkım, İnşallah başarabiliriz bunu.

  Diye bitirdi sözlerini.

  Birkaç gün geçmeden Rahmi, Can hoca ve ülkenin çeşitli sanat galeriler ile üniversitelerinden gelen uzmanlar dershanenin en büyük salonunda oturuyordu. Tanışma ve konuşma faslından sonra aralarından en yaşlı ve en sert olan hocalardan Prof. Dr. Rahmi hoca yerinden doğruldu, eline birkaç kalem ve boş bir çizim kağıdı aldı.

  - Adaşım! Hoş geldin kardeşim. Sana kendini ne kadar güzel ifade ettiğini hepimizin tek tek fark ettiğimizi söylemek isteriz. Ancak senden ricamız kısa bir betimlemeyi bu gün, burada bizler için yapman. Eğer heyecanlıysan ve yapamayacak gibiysen seni anlarız evladım..

  Daha cümlesini bitirmeden, yanaklarında ter ve utangaçlık kızarıklığına sahip genç Rahmi eline kalemleri ve kağıdı alıp bir köşeye çekilmişti. Çay molası, sigara molası, pipo muhabbetleri derken neredeyse yarım saat geçmişti. Orada bulunan tüm hocalarda ilginç bir hayal kırıldığı vardı. Garip bir beklentisizlik içerisindeydi birçokları. Rahmi tam o anda yaşamının en güzel virajı için sinyal vermişti! Elini kaldırdı tüm saygısıyla, "Buyur evladım," sorusuna başını öne eğerek bir onaylama cevabı verdi ve masadaki tüm eleştirmenlerin, hocaların ve üstatların önüne son çizimini bıraktı.

  Karmaşık bir ifade biçimiydi. Karanlık bir çizimdi. Ancak renkler birbirleriyle kavga ediyordu. Bir yandan parlayan bu insan manzarasında, bir yandan ölen bir ruh vardı. Hocaların bir kısmı renkliliğini bahara benzetirken; diğerleri de buradaki sonbaharı ayıklamaya çalışıyorlardı kalem darbelerinin o cızırtıları sanki hala yankılanırken bol camlı bir toplantı odasında. Birkaç dakika içerisinde fotoğraflar çekildi, önceden planlandığı şekilde kameralar, basın hepsi odaya doluştu. Bağlantıların son şekli verildi ve Rahmi'nin yıkılmış, duvarlardan sprey boyalar halinde akmış, yeri gelmiş yatağında yastıklara döktüğü yaşlara dönüşmüş olan her güzel, her iyi, her renk yaşama gelmiş ve onu sırtından sertçe tutup kaldırmıştı! O kurulun en yaşlılarından olan Prof. Dr. Rahmi hoca sakince yerinden doğruldu ve elini uzatarak Rahmi'yi yanına çağırdı:

  - Değerli dostlarım. Sevgili genç kardeşim, güzel kalem Rahmi. Sana güzel haberlerimiz var. Umarım beğenirsin ve bizlere katılırsın. Yaptığımız görüşmeler ve son sınav çalışmanın gönderildiği yurtdışındaki bir sanat okulunun davetiyle birlikte yalnızca sen ve abin olarak ben eğitimine çok daha iyi yerlerde devam edeceksin. Elbette ki kabul edersen. (Onaylaması, gözyaşları ve gülümsemesiyle başarıyla sonuçlanan durumdan sonra..) E o zaman hayırlı olsun evladım.

  ...

  Can hoca o odada yoktu. Can hoca o gün dershanede de yoktu. Can hoca o gün acilen bir cenaze merasimine katılmalıydı. Rahmi kardeşini uzunca yıllarca görmedi. Haber de alamadı. Çünkü Rahmi'yi sanayiden bulup getirebilmişti okula bile son toplantıda. Ki Rahmi'nin asla telefonu da olmamıştı. Can hoca ise asla umudunu yitirmedi. O günden sonra resim aşkı asla bitmedi. Kendi çizemese de sanat hep koktu burnunda özlemde. Hatta günlerden bir gün yaşamını başka başka şehirlerde baba memleketinde devam ettirirken aniden yaşamda kaderi yenen kanserin ardında kendisine bıraktığı yalnızlık üzerine, sırf aile dostu ve can kardeşine babasının yaşadığı zamandaki hayali ve uktesi olan Kahve Dükkanını açmak için özveriyle çalışıp misarından feragat ettiğinde bile bir sanat galerisi yerleştirmişti o oluşumun içine. Sanki de bir gün doğru resimler o galeriye gelecekmiş gibi, sanki bir gün babası güzel cennetlerden onu izleyip gurur duyacakmış gibi..

  Öyle de oldu keza! O baristaların kahve kokusuyla sanat yarattığı ve alt katında boş bir galeriye sahip olan kafeye yabancı yüzlü bir genç adam geldi. "Can hocayla görüşebilir miyim?" diye sordu kafenin son tasarım koşuşturmaları arasında. Can hoca bomboş sanat galerisinin ortasında bağdaş kurmuş oturur ve dinleniyordu sakin bir kahve molasında. Merdivenlerden birer birer tablolar inmeye başladı. Bir, iki, üç, dört derken epey miktarda hem de. Merdivene bakıp, "Gençler hayırdır? Tablolar nereden ki? Sipariş mi verildi acaba benim haberim olmadığı bir sıra," diyiverdi. Tabloların taşınması bittiğinde merdivenden orta boylu, güzel gülüşlü ve Can hocasının çok da unutmuş gibi görünen ama tanıdık bir yüz aşağı indi.

  - Hocam.

  Bu ses. Bu anda. Bu anlamda. Böylesi güzel bir mirasında ortasına gelecek en güzel şeydi. Evet, Rahmi'ydi o. Eğitimi bitmiş. Sergilerini Avrupa'da kasıp kavuran bir tonda açarak ülkeye geri dönmeye karar vermiş. İlk işi olarak ise Can hocası hakkında bilgi almak için dershanesine ve baba evine dönmüştü Rahmi. Ardından, Can hocasının yaşadığı tüm olaylar ve yaşattığı o güzel hayali duyunca bir sonraki iş olarak ise eline fırçayı, tuvali ve kalemleri alarak gözlerinden ateşler fışkırasıya kadar günlerce, gecelerce çizdi. Hemen tablolarını paketleyip Can hocasının şehrine uçtu ve tablolarını o yere getirdi.

İŞTE RENKLERİN KAVGASI BUYDU! BU MANZARADA.

Can hoca öğrencisine, öğrencisi Can hocasına sarıldı. Göz yaşları mutluluk, iyilik ve güzellik içindi.. Güzellik her zaman en güzel renkleri içeriyor, ve tüm bu şehirlerin gri karanlığına rağmen kazanıyordu!

 

Yazarın Notu: Gerçek yaşamda da babasının hayalini sanat galerisine sahip bir kafeyle süslendiren o değerli Can hocaya selamlar olsun. Nice Can hocalar yaşasın İnşallah bu topraklarda ki nice Rahmi'lere ışık olsun!

Meo - 2019
MeoEdebiyat - Kısa Öykü Blog
Mehmet Şentürk

Son DüzenlenmePazar, 22 Aralık 2019 02:07
(2 oy)
Okunma 3363 defa
Template Design © Joomla Templates | GavickPro. All rights reserved.
X

Sağ Tıklama

Sağ Tıklama ve Kopyalama Sitemizde Engellidir.